(1. Bölüm)
Allahû Tealâ Âli İmrân Suresinde buyuruyor ki:
3/ÂLİ İMRÂN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Ve Allah, nebilerden, “Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Allah’ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, ona mutlaka iman edeceksiniz ve ona mutlaka yardım edeceksiniz” diye misak aldığı zaman, “İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?” diye buyurdu. (Onlar da): “İkrar ettik (kabul ettik)” dediler. (Allahu Teâlâ): “Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu.
Âyet-i kerimede, Hz. Nuh (A.S), Hz. İbrâhîm (A.S), Hz. Musa (A.S), Hz. İsa (A.S) ve en son olarak da Hâtem’ul Enbiyâ Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz gibi ulûl’azm peygamberler zikredilmektedir.
Ahzâb Suresinin 7. âyet-i kerimesi, Âli İmrân-81’deki misak alınan nebîler arasında Peygamber Efendimiz’in de varolduğunu teyid etmektedir:
33/AHZÂB-7: Ve iz ehaznâ minen nebîyyîne mîsâkahum ve minke ve min nûhın ve ibrâhîme ve mûsâ ve îsebni meryeme ve ehaznâ minhum mîsâkan galîzâ(galîzan).
O zaman ki; Biz, nebîlerden onların misaklerini almıştık. Ve senden ve Hz. Nuh’tan ve Hz. İbrâhîm’den ve Hz. Musa’dan ve Meryemoğlu Hz. İsa’dan ve onlardan ağır bir misak aldık.
“Sizdekini tasdik edecek.” ifadesi, bütün nebîlerin hitamından sonra gönderilen resûlün bir nebî (peygamber) olmadığını açıklamaktadır. Yani gelen resûl, nebîler gibi bir şeriat kitabının sahibi olmayıp, evvelki şeriat kitabının sahibi olan nebîlerdekini tasdik etmektedir.
Mehdi Resûl Allah’tan aldığı öğreti ile;
İnsanların tıpkı ulûl’azm peygamberler dönemindeki gibi, ahiret ve dünya saadetini yaşamaları şeytanın negatif istikamette tesir ettiği nefsin tezkiye ve tasfiye edilmesine bağlıdır. Dünya üzerinde ayrı lisanı konuşan bütün kavimlerde, Allahû Tealâ’nın seçtiği, vehbî olarak nefs tezkiyesi ve tasfiyesiyle vazifeli kıldığı, o kavme, kavmin ana lisanıyla Allah’ın âyetlerini açıklayan bir velî resûlü vardır.
14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz’dir, Hikmet Sahibi’dir.
Allahû Tealâ, İsrâ Suresinin 15. âyet-i kerimesinde: “Resûl göndermezsek azap etmeyiz.” buyuruyor.
17/İSRÂ-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.
Kasas Suresinin 68. âyet-i kerimesi şöyle bildirmektedir:
28/KASAS-68: Ve rabbuke yahluku mâ yeşâu ve yahtâr(yahtâru), mâ kâne lehumul hıyarat(hıyaratu), subhânallâhi ve teâlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).
Ve Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Ve seçim hakkı onlara ait değildir. Allah Sübhan’dır (münezzehtir) ve (onların) şirk koştukları şeylerden yücedir.
Hiç kimse kendi kazancıyla, gayretiyle resûl olamaz. Allahû Tealâ resûllerini yaratılıştan seçiyor. Her devirde 7 safha ve 4 teslimden oluşan hanif dînini, yaratılıştan seçtiği resûllerine vehbî olarak yaşattırıyor.
Bu hakikat, Âli İmrân Suresinin 179. âyet-i kerimesinde şöyle zikredilmektedir:
3/ÂLİ İMRÂN-179: Mâ kânallâhu li yezerel mu’minîne alâ mâ entum aleyhi hattâ yemîzel habîse minet tayyib(tayyibi), ve mâ kânallâhu li yutliakum alel gaybi ve lâkinnallâhe yectebî min rusulihî men yeşâu fe âminû billâhi ve rusulih(rusulihî), ve in tu’minû ve tettekû fe lekum ecrun azîm(azîmun).”
Allah, habis olanı (kötüyü), temiz olandan (mü’min olanı, mü’min gözükenden) ayırıncaya kadar mü’minleri, sizin bulunduğunuz hâl üzere (mü’min olanla mü’min gözükenin bir arada olduğu bir durumda) terk edecek değildir. Ve Allah sizi gayba muttali edecek (gaybı bildirecek) değildir. Ve lâkin Allah, resullerinden dilediği kimseyi seçer (gaybı o resulüne bildirir). O halde, Allah’a ve O’nun resullerine îman edin. Ve eğer âmenu olur ve takva sahibi olursanız, o zaman sizin için “Büyük Ecir” vardır.
Hiçbir dönemde birden fazla nebî resûl yoktur. Allahû Tealâ âyet-i kerimede, her devirdeki kavim resûlleri arasından seçilen vekâleten devrin imamından bahsetmektedir.
72/CİNN-26: Âlimul gaybi fe lâ yuzhiru alâ gaybihî ehaden.
O (Allah), gaybı bilendir. Fakat O, gaybını hiç kimseye izhar etmez (açıklamaz).
72/CİNN-27: İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî rasadan.
Resûllerden razı oldukları (tasarruf rızasına ulaşmış olanları) hariç! O taktirde, muhakkak ki O (Allah), onların önünden ve arkasından gözetenler sevkeder ki.
Mehdi Resûl;
Tüm kavim resûlleri için ulaşılması gereken en üst hedef iradenin Allah’a teslimidir. Ama velî resûller arasından Allahû Tealâ’nın seçip tasarrufuna aldığı devrin imamı için aklın teslimi söz konusudur. Allahû Tealâ’nın kavim resûlleri arasında seçip vekâleten Devrin İmamı olarak tayin ettiği Mehdi Resûl, iradenin de ötesinde aklını da Allah’a teslim etmiştir.
Allahû Tealâ’nın irşada memur ve mezun kıldığı velî mürşitler, kavim resûlleri, Allah’tan aldıkları emirleri aklî standartlar içerisinde tatbikata koymalarına karşılık, Allah’ın tasarrufunda olan Mehdi Resûl’e aklı kumanda etmez, Ona kumanda eden Allah’tır. Her dönemde sadece devrin imamı Allah’ın tasarrufundadır.
Allahû Tealâ asâleten Devrin İmamı olan Hz. Musa (A.S) için Tâhâ Suresinin 13. âyet-i kerimesinde: “Seni seçtim. Şu andan itibaren vahyettiklerimi dinle.” buyuruyor.
20/TÂHÂ-13: Ve enahtertuke festemi’ li mâ yûhâ.
Ve Ben, seni seçtim. Öyleyse vahyolunan şeyi dinle!
Allah’ın bütün nebîleri tasarruf rızasının sahibidirler. Allah’ın bütün nebîleri, asâleten devrin imamıdırlar. Ama her dönemde Allah’ın nebîleri yoktur. Nebîlerin olmadığı fetret dönemlerinde velî resûller arasında Allah’ın seçtiği, vekâleten atadığı devrin imamı vardır. O da Allah’ın tasarrufundadır.
Kur’ân-ı Kerim’e baktığınız zaman Allahû Tealâ’nın nübüvvetle vazifeli kıldığı nebîler için hususî mânâda geçerli olan hükümler (âyetler), umumî mânâda bütün vekâleten devrin imamları için de geçerlidir. Hâtem-ul Enbiyâ Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz, Allah’ın tasarrufunda olan son nebîdir. Ama Mehdi Resûl bir peygamber değildir, nebî değildir. Nebîlerin hitamından sonra vazifeli kılınan velî resûlleri arasından Mehdi Resûl, seçilmiştir. Mehdi Resûl, Allah’ın, risaletle ve hidayete erdirmekle vazifeli kıldığı, yeryüzündeki tek temsilcisidir.
Allahû Tealâ gaybını kimseye izhar etmemesine karşın, tasarrufa aldığı velî resûlü, lisanıyla gaybını insanlara izhar etmektedir. Mehdi Resûl Allah’ın tasarrufundadır. Sadece, Allah’ın kendisine söylettirdiklerini söyleyen, yaptırdığını yapan, Allah’ın yeryüzündeki temsilcisidir. Onun kendiliğinden bir şey yapması mümkün değildir. Çünkü iradesini de, aklını da Allah’a teslim etmiştir. Aklı kendisine kumanda etmemektedir. Diğer velî resûller, Allah’tan aldığı emri kesinlikle aklın muhtevası içerisinde hayata geçirmesine karşılık, tasarruf rızasının sahibi Mehdi Resûl (A.S), aklı kendisine kumanda etmediği için, ona kumanda eden Allah olduğu için Allah’ın kendisine söylettirdiğini söyleyen, yaptırdığını yapan, Allah’tan aldığını sadece açıklayan, Allah’ın bir telefonudur.
Dünya hayatını yaşarken, Mehdi Resûl’ün döneminde onun tebliğine muhatap olup, davetine icabet etmeyen veya nefsâni afetler sebebiyle zikrini yapmadığı için cehennemle azaplandırılan fıska düşen zalimler var. Allahû Tealâ bu zalimlerin durumunu Furkân Suresinin 27, 28, 29 ve 30. âyetlerinde bildirmektedir:
25/FURKÂN-27: Ve yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi yekûlu yâ leytenîttehaztu mear resûli sebîlâ(sebîlen).
Ve o gün, zalim ellerini ısırır: “Keşke resûlle beraber (Allah’a giden) bir yol ittihaz etseydim.” der.
25/FURKÂN-28: Yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ(halîlen).
Yazıklar olsun, keşke ben filanı (o kişiyi) dost edinmeseydim.
25/FURKÂN-29: Lekad edallenî aniz zikri ba’de iz câenî, ve kâneş şeytânu lil insâni hazûlâ(hazûlen).
Andolsun ki; bana zikir (Kur’ân’daki ilim) geldikten sonra beni zikirden saptırdı ve şeytan, insana yardımı engelleyendir.
25/FURKÂN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzel kur’âne mehcûrâ(mehcûran).
Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur’ân’dan ayrıldı (Kur’ân’ı terketti).” dedi.
Furkân-30’daki Resûl : “Benim kavmim Kur’ân’ı terk etti.” diyor.
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in bir hadîsi bu âyetle %100 örtüşmektedir. “Bir zamanlar gelecek, Kur’ân-ı Kerim’in resmi, İslâm’ın ismi kalacaktır. İnsanlar İslâmî isimlerle anılacaklar ama İslâm’dan en uzak kişiler olacaklar. Mescidlere dışarıdan bakıldığı zaman mamur ama içindeki insanlara bakıldığı zaman, kalplerinde hidayetten eser olmayacak. O gün yaşayan âlimler, gök kubbenin altında yaşayan insanların en şerrlileridir. Fitne onlardan çıkmıştır ve tekrar onlara dönecektir.”.
Âyet-i kerimeye göre terk edilen kitap Kur’ân-ı Kerim olması hasebiyle, âyet-i kerimedeki Resûl’ün Peygamber Efendimiz (S.A.V) olması mümkün değildir.
Çünkü Âli İmrân Suresinin 119. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ: “Ey sahâbe! Siz öyle kimselersiniz ki; size buğzedenlere muhabbet beslersiniz. Çünkü siz kitabın bütününe tâbîsiniz.” buyuruyor.
3/ÂLİ İMRÂN-119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
İşte siz (müminler) böylesiniz, siz onları seversiniz ve onlar sizi sevmezler ve siz kitabın tamamına îmân edersiniz. Ve sizinle karşılaşınca: “Biz îmân ettik” dediler, yalnız kaldıkları zaman, size karşı öfkelerinden parmak uçlarını ısırdılar. De ki: “Öfkenizden ölün.” Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.
Sahâbe, Resûlullah döneminde Kur’ân’ın bütününe tâbî olmuş, 7 safha ve 4 teslimi yaşamıştır.
(Devamı gelecek yazıda)
Dr. Abdulcabbar BORAN
© 2020 Kent Havadis Gazetesi Tüm hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılması yasaktır. Web Hosted Sparfly Digital