Kent Havadis

Kent Havadis

  • Köşe Yazıları
[x] Kapat
Reklam Resmidir
Reklam Resmidir
  • Anasayfa
  • Siyaset
  • Ekonomi
  • Eğitim
  • Sağlık
  • Yaşam
  • Galeri
    • Foto Galeri
    • Video Galeri
  • Firma Rehberi
  • Firmalar
  • Kent Havadis
  • Anasayfa
  • Siyaset
  • Ekonomi
  • Eğitim
  • Sağlık
  • Yaşam
  • Galeri
    • Foto Galeri
    • Video Galeri
  • Firma Rehberi
  • Firmalar
Reklam Resmidir
ANASAYFA KÖŞE YAZARLARI AHİRET VE DÜNYA SAADETİNE MANİ OLAN BİD’ATLER (1. Bölüm)
AHİRET VE DÜNYA SAADETİNE MANİ OLAN BİD’ATLER (1. Bölüm)

Dr. Abdulcabbar Boran

AHİRET VE DÜNYA SAADETİNE MANİ OLAN BİD’ATLER (1. Bölüm)

56
17.05.2020 18:43:24

Esselamu Aleykum ve Rahmetullah ve Berekatuhu

Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz, bizleri bir kere daha bir yazımızda biraraya getirdi. Bu yazımızda, cennete girme konusunda günümüz dîn tatbikatında mevcut olan yanlış bilgilerden bahsedeceğiz.

Dînin yegâne kaynağı Kur’ân-ı Kerim’dir. Allahû Tealâ’nın, on dört asıl evvel indirdiği Kur’ân-ı Kerim’i evvelâ Peygamber Efendimiz (S.A.V) kendisi öğrenmiş, sonra sahâbeye de öğretmek suretiyle Asr-ı Saadetin yaşanmasına önderlik etmiştir. Kur’ân-ı Kerimi her devirde açıklayan Allah’ın resûlleri vardır. Resûllerin birinci görevi âyetleri tilâvet etmektir. Cennete girebilme konusundaki tüm hakikatleri Allah âyetlerle Kur’ân-ı Kerim’de açıklamıştır. Yine cehenneme kimlerin gideceğini de Allahû Tealâ âyetlerde açıklamıştır. Ama günümüz dîn tatbikatına baktığımız zaman insanların çoğu, %90’ından fazlası bugün Kur’ân’daki İslâm’ı yaşamamaktadır. Çünkü insanlar dîni Kur’ân-ı Kerim’den öğrenmemektedirler. Resûllerin Allah’a ulaşmayı dilemeyen, şirkte olan âyetlerden gafil, irşatla vazifeli olmayan Resûllerin yerine koydukları kuberâ ve sâdatlardan dîn öğrenenlerin hidayete ermeleri ve başkalarının, hidayetine vesile olmaları hiçbir zaman mümkün değildir.

Günümüz dîn tatbikatına bid’atler hakim olmuştur. İnsanlar işledikleri günahların karşılığında cezalarını cehennemde çektikten sonra Allah’a olan inançları sebebiyle sonuçta mutlaka cennete gireceklerine, yaptıkları hayırların karşılığını cennette yaşayacaklarına inanıyorlar. Bu inanç, günümüzde hakim olan bid’atlerden bir tanesidir, kesinlikle doğru değildir. Allahû Tealâ cennete girebilmenin ölçüsünü Kur’ân-ı Kerim’de vermiştir. İnsanların bu dünya hayatında yaptıkları hayırlar ve bunun neticesinde kazandıkları derecatlar vardır. Yine insanların bu dünya hayatında nefslerine uyarak işledikleri şerler, günahlar ve neticesinde kaybettikleri derecatlar vardır. 

Allahû Tealâ, cennete girebilmeyi hayırların şerrlerden fazla olmasına bağlamıştır. Cehenneme girmeyi de şerrlerin hayırlardan fazla olmasına bağlamıştır. Cennete giren kişinin cennette ebedi kalacağını, cehenneme giren kişinin de cehennemde ebedi kalacağını net olarak 53 tane âyet-i kerimede bildirmiştir. Öyleyse sevgili kardeşlerim, âyetleri yalanlayanlar için Allahû Tealâ, A’râf Suresinin 36. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:

7/A’RÂF-36: Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ vestekberû anhâ ulâike ashabun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).

Ve âyetlerimizi yalanlayan kimseler ve onlara karşı kibirlenenler, işte onlar ateş ehlidirler ve onlar, orada devamlı kalanlardır (kalacaklardır).

Allahû Tealâ, âyetleri tekzib eden ve onunla kibirlenen insanlardan bahsetmektedir. Âyetleri tekzip eden ve onunla kibirlenen insanlar aslında mürşide tâbî olmayan ama insanlara dîn öğretme konumunda bulunan kişilerdir. İlmin kibiri onları kaplamış durumdadır. Bu sebeple Allahû Tealâ, “Biz cehennemi insan ve cinlerin çoğu için yarattık.” buyuruyor.

Allah yaratıyor, insanlar da seçiyorlar. Fakat Rabbimiz şöyle buyuruyor:

17/İSRÂ-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.

“Resûl göndermesem asla azap etmem.” İnsanlar kazandıkları, negatif derecelerin, pozitif derecelerinden fazla olması sebebiyle cehenneme girerler.

Allahû Tealâ resûl gönderiyor ve resûl hidayeti tebliğ ediyor. Allahû Tealâ tebliğe muhatap olup, Allah’a ulaşmayı dileyen kişilerin günahlarını Enfâl-29’a göre örtüyor. Günahları örtülen kişi geride kalan sevaplar sebebiyle, bir tek dilek karşılığında mutlaka cennete giriyor. Şartlar ne olursa olsun dünya hayatında Allah’a ulaşmayı dileyenleri mutlaka cennetine almak için Allah resûlleri görevlendiriyor.

 İşte Allahû Tealâ Ahzâb Suresinin 64. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:

33/AHZÂB-64: İnnallâhe leanel kâfirîne ve eadde lehum saîrâ(saîren).

Muhakkak ki Allah, kâfirleri lânetledi. Onlar için alevli ateşi (cehennemi) hazırladı.

Allah’ın lânetlediği kâfirler, alelâde kişiler değil, kendileri Allah’a ulaşmayı dilemedikleri gibi başkaların da dilemesine mâni olan kişilerdir. Onlar cehennemde ebedi olarak kalacaklardır. Ahzâb-65’te ise, bu insanların ebedi olarak cehennemde kalacaklarını ve onlar için bir velî nezîrin (yardımcının) bulunmayacağını ifade ediyor.

33/AHZÂB-65: Hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), lâ yecidûne veliyyen ve lâ nasîrâ(nasîren).

Orada ebediyyen kalıcılardır (kalacak olanlardır). (Orada) bir dost ve bir yardımcı bulamazlar.

Sevgili okurlar, Allahû Tealâ lânetlediği bu kâfirler için Ahzâb Suresinin 66, 67, 68. âyet-i kerimelerinde şöyle buyuruyor:

33/AHZÂB-66: Yevme tukallebu vucûhuhum fîn nâri yekûlûne yâ leytenâ eta’nâllâhe ve eta’ner resûlâ(resûlen).

Onların yüzlerinin, ateşin içinde (bir taraftan bir tarafa) çevrileceği gün: “Keşke biz Allah’a ve Resûl’e itaat etseydik.” diyecekler.

33/AHZÂB-67: Ve kâlû rabbenâ innâ ata’nâ sâdetenâ ve kuberâenâ fe edallûnâs sebîl(sebîlâ).
Ve cehennemde olanlar derler ki: “Yarabbi, muhakkak ki biz, sâdatlarımıza (dînde ileri gidenlerimize) ve küberamıza (büyüklerimize) itaat ettik. Ve böylece Senin yolundan (Sıratı Mustakîmi’nden) saptık.”

33/AHZÂB-68: Rabbenâ âtihim dı’feyni minel azâbi vel anhum la’nen kebîrâ(kebîren).

Rabbimiz, onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle lânetle.

Bakara Suresinin 39. âyet-i kerimesinde de aynı muhteva bir kere daha zikrediliyor.

2/BAKARA-39: Vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbun nâr(nârı), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Ve inkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar ateş ehlidir, orada ebedî kalacak olanlardır.

İnkâr edenler, sadece Allah’a ulaşmayı dilemeyenler değil, Allah’ın âyetlerini yalanlayanlardır. Yani mürşide tâbî olmayanlardır. Ve âyet-i kerime, onların da cehenneme gireceğini net olarak bize bildiriyor.

Allahû Tealâ, hidayet tebliğine muhatap olduktan sonra Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin hassalarına engeller koyuyor. Allahû Tealâ, bu hassalarına engel konulan kişilerin, mürşidlerine de tâbî olmayacaklarını, hevalarına uyacaklarını Câsiye-23’te belirtiyor.

45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).

Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?

Ve hassalarına engeller koyulan bu kâfirler nefslerini ilah ediniyorlar. Aynı hakikati bir kere daha Rabbimiz Kehf Suresinin 105. âyet-i kerimesinde dile getiriyor.

18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).

İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.

Onlar Allah’ın âyetlerini ve O’na (Allah’a) ulaşmayı inkâr ediyorlar. Dolaylı olarak mürşidi de inkâr ediyorlar. Çünkü bir insanın Allah’a ulaşması ancak mürşidine tâbî olmasıyla mümkündür. Dünya hayatında Allah’a ulaşma dileğini anlatan âyetleri yalanlayanlar, dolaylı olarak İslâm’ın ikinci safhası olan mürşide tâbiiyeti gerçekleştiremezler. Bu sebeple asla hidayete eremezler. Yûnus Suresinin 45. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ bunu dile getirmiştir.

10/YÛNUS-45: Ve yevme yahşuruhum ke en lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yeteârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimseler olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıramadılar).

“Allah’a ulaşmayı yalanlayanlar onlar hüsrandadır, onlar asla hidayete eremezler.”

Sadece Allah’a ulaşmayı dilemeyerek küfürde kalan mürşide tâbî olmayanlar değil, bir de yeryüzünde fesat çıkaranlar vardır; onlar da hidayeti gizleyenlerdir.

2/BAKARA-159: İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ minel beyyinâti vel hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi ulâike yel’anuhumullâhu ve yel’anuhumul lâinûn(lâinûne).

Muhakkak ki, beyyinelerden indirdiğimiz şeyleri ve hidayeti (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaştırılmasını) Kitap’ta insanlara açıklamamızdan sonra gizleyenlere, işte onlara, Allah lânet eder ve lânet ediciler de onlara lânet eder.

“Hidayeti ve Allah’ın indirdiği beyyineleri gizleyenler var ya, Allah onlara lanet etmiştir. Lânet edicilerin de lâneti onların üzerinedir.” Yeryüzünde fesat çıkaranlar Allahû Tealâ’nın âyetlerini, hidayeti gizleyenlerdir.

Öyleyse sevgili okurlar, cehennemliklerin durumuna baktığımız zaman, net bir tabloyla karşılaşıyoruz. Allahû Tealâ’nın resûllerinin görevleri; âyetleri tilâvet etmek, nefsleri tezkiye etmek, Kitab’ı öğretmek ve hikmeti öğretmektir.

Âyetleri tilâvet etmek İslâm’ın ilk iki safhasıyla alâkalıdır ve bu sebeple de âyetleri inkâr edenler ve mürşide tâbî olmayı inkâr edenler onlar Allah’ın rahmetinden ümit kesenlerdir.

15/HİCR-56: Kâle ve men yaknetu min rahmeti rabbihî illad dâllûn(dâllûne).

“Dalâlette olanlardan başka, kim Rabbinin rahmetinden ümidini keser?” dedi.

29/ANKEBÛT-23: Vellezîne keferû bi âyâtillâhi ve likâihî ulâike yeisû min rahmetî ve ulâike lehum azâbun elîm(elîmun).

Allah’ın âyetlerini ve O’na (Allah’a) mülâki olmayı (ruhlarını hayatta iken Allah’a ulaştırmayı) inkâr edenler; işte onlar, rahmetimden ümidi kestiler. Ve işte onlar ki; onlar için elîm azap vardır.

İlk iki safhayı yaşamayanların kesinlikle kurtuluşa ulaşmaları söz konusu değildir.

Allahû Tealâ Nisâ Suresinin 123. âyet-i kerimesinde: “Ne sizin kuruntularınızla, ne de kitap ehlinin kuruntularıyla değil, kim nefsine uyar kötülük yaparsa onunla cezalandırılır. Ve kendisi için Allah’tan başka bir velî ve bir yardımcı bulunmaz.” buyuruyor.

4/NİSÂ-123: Leyse bi emâniyyikum ve lâ emâniyyi ehlil kitâb(kitâbi), men ya’mel sûen yucze bihî, ve lâ yecid lehu min dûnillâhi veliyyen ve lâ nasîrâ(nasîran).

Sizin emaniyenizle ve kitap ehlinin emaniyesi ile değil, kim kötülük yaparsa (sadece) onunla cezalandırılır. Ve kendisi için Allah’tan başka bir velî ve bir yardımcı bulamaz.

Sevgili kardeşlerim âyet-i kerimede Allahû Tealâ “Allah’tan başka bir velî ve yardımcı bulunmaz” buyurmasına rağmen insanlar bu konuda başka bir bid’ati devreye koyuyorlar. “Mürşide tâbî olmak şirktir, kul ile Allah arasına kimse girmez” diyerek mürşidi dîn tatbikatından çıkartıyorlar. Halbuki hidayete erdirmekle vazifeli olan devrin imamını Allah tayin ediyor.

32/SECDE-24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).

Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık ve sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk’ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.

 Halbuki mürşid Allah’ı temsilen vardır. Mürşid İslâm’ın yedi safhasını yaşamıştır. Allah’a ulaşmayı dilemiş, mürşidine tâbî olmuş, ruhunu Allah’a teslim etmiş, fizik vücudunu Allah’a teslim etmiş, nefsini Allah’a teslim etmiş, irşada ulaşmış ve iradesini de Allah’a teslim etmiştir. Mürşid Allah’ı yeryüzünde temsil eden bir kişidir.

7/A’RÂF-181: Ve mimmen halâknâ ummetun yehdûne bil hakkı ve bihî ya’dilûn(ya’dilûne).
Ve yarattıklarımızdan bir ümmet vardır ki, Hakk’a (Allah’a) ulaştırırlar ve onunla adaletle hükmederler.

Allahû Tealâ hidayete erdirmek istediklerini bu hidayetçileri vesile kılar. Yani Allahû Tealâ her şeyi bir sebep ve sonuçla vücuda getirir. Hidayet ruhun Allah’a ulaşması ise Allahû Tealâ bunu bir sebeple (hidayetçi ile) vücuda getirir. Hidayete ermek mutlaka hidayetçiyi gerektirir.

20/TÂHÂ-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.

(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.”

16/NAHL-105: İnnemâ yefterîl kezibellezîne lâ yu’minûne bi âyâtillâhi ve ulâike humul kâzibûn(kâzibûne).
Sadece Allah’ın âyetlerine inanmayanlar, yalanla iftira ederler. İşte onlar; onlar, yalancılardır.

Kur’ân-ı Kerim’de, hidayete erdikten sonra, mürşidinden şüphe eden, fasıklardan bahsetmektedir. Rabbimiz, fasıkların durumunu Nahl Suresinin 106, 107. âyet-i kerimelerinde dile getirmiştir.

16/NAHL-106: Men kefere billâhi min ba’di îmânihî illâ men ukrihe ve kalbuhu mutmainnun bil îmâni ve lâkin men şeraha bil kufri sadran fe aleyhim gadabun minallâh(minallâhi), ve lehum azâbun azîm(azîmun).

Kalbi îmânla mutmain olmuş olduğu halde zorlanan kimse hariç, fakat kim îmânından (hidayete erdikten) sonra Allah’ı inkâr ederse ve kim küfre göğüs açarsa (irşad makamından şüphe edip fıska düşerse, kişinin küfrü talebi sebebiyle, Allahû Tealâ, onun göğsünü küfre açar, şerheder), artık Allah’tan bir gazap onların üzerinedir ve onlar için azîm azap vardır.

16/NAHL-107: Zâlike bi ennehumustehebbûl hayâted dunyâ alâl âhırati ve ennallâhe lâ yehdîl kavmel kâfirîn(kâfirîne).

İşte bu, onların dünya hayatını, ahiret hayatına göre daha çok sevmeleri ve Allah’ın, kâfir kavmi hidayete erdirmemesi sebebiyledir.

            Bu şekilde fıska düşmelerinin sebebi, Nahl-107’ye göre, dünya hayatını ahirete tercih etmeleridir. Allah kâfirleri asla hidayete erdirmez. Burada bir tarafta dünya hayatı, bir tarafta ahiret var, kâfirler dünya hayatını tercih eden kişilerdir.

(Devamı bir sonraki yazıda)

Dr. Abdulcabbar BORAN

AHİRET VE DÜNYA SAADETİNE MANİ OLAN BİD’ATLER (1. Bölüm) cabbar boran
BİR CEVAP YAZIN

Bu habere yorum yazmak ister misiniz ? Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARIN DİĞER YAZILARI

12.02.2021 Dînde Zorlama Var mıdır? Yok mudur?

03.12.2020 TAKVA

28.09.2020 SEVGİ NEDİR?

29.06.2020 AHİRET VE DÜNYA SAADETİNE MANİ OLAN BİD’ATLER (3. Bölüm)

07.06.2020 AHİRET VE DÜNYA SAADETİNE MANİ OLAN BİD’ATLER (2. Bölüm)

17.05.2020 AHİRET VE DÜNYA SAADETİNE MANİ OLAN BİD’ATLER (1. Bölüm)

19.04.2020 MUHLİSLER

23.10.2019 HİDAYETE VESİLE OLANLAR

02.06.2019 KADİR GECESİ

03.05.2019 EVLİYALIK (2. Bölüm)

DİĞER YAZARLAR

Dr. Abdulcabbar Boran
<?php echo $user->display_name ?>
Dînde Zorlama Var mıdır? Yok mudur?
Kadife Kırım Aygün
<?php echo $user->display_name ?>
Kovid 19 Gündemi!
Seyyah Gülay OZAN
<?php echo $user->display_name ?>
HERKESİN MUTLU OLMASI
  • Anket
  • İletişim
  • Arnavutköy
  • Çatalca
  • Eğitim
  • Ekonomi
  • Firmalar
  • Gaziosmanpaşa
  • Güncel
  • Kültür Sanat
  • Sağlık
  • Siyaset
  • Sultangazi
  • Yaşam

© 2020 Kent Havadis Gazetesi Tüm hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılması yasaktır