Kadir Gecesinin önemi nedir?
Kadir Gecesi Allah’ın indinde müstesna bir zamanı ifade etmektedir. Allah’ın indinde mekânlar aynı değil, zamanlar da aynı değil. Allah’ın farklı kıldığı kutsal mekânlar vardır. Allah’ın farklı kıldığı kutsal zamanlar vardır. Kutsal mekânlardan bahsetmek gerekirse, bir Mescid-i Haram, bir Mescid-i Aksa, bir Mescid-i Nebevî yeryüzündeki herhangi bir yeryüzü parçası gibi değillerdir. Tıpkı haftanın 7 gününde Cuma’nın diğer günlerden farklı bir yeri olduğu gibi. Cuma müstesna bir gündür. Kandil günleri yine müstesna zaman parçalarını ifade etmektedir. Kadir Gecesi de tıpkı bunun gibi müstesna bir gecedir. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerîm’de bu gece adına bir sure indirmiştir.
97/KADR (KADİR)-1: İnnâ enzelnâhu fî leyletil kadr(kadri).
Muhakkak ki Biz, O’nu (Kur’ân’ı) Kadir Gecesi’nde Biz indirdik.
97/KADR (KADİR)-2: Ve mâ edrâke mâ leyletul kadr(kadri).
Ve Kadir Gece’sinin ne olduğunu sana bildiren nedir?
97/KADR (KADİR)-3: Leyletul kadri hayrun min elfi şehr(şehrin).
Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır.
97/KADR (KADİR)-4: Tenezzelul melâiketu ver rûhu fîhâ bi izni rabbihim, min kulli emrin.
Melekler ve ruh, onda (o gecede) Rab’lerinin izniyle herbir emir için inerler.
97/KADR (KADİR)-5: Selâmun hiye hattâ matlaıl fecr(fecri).
O (gece), fecrin doğuşuna kadar selâmdır (selâmettir).
İnnâ; Şüphesiz ki Biz. Enzelnâhu; O’nu inzal ettik, indirdik. Fî leyletil kadr; Kadir Gecesinde onu indirdik.
İndirilen Kur’ân-ı Kerîm’dir. Kur’ân-ı Kerîm Kadir Gecesi’nde indirilmiştir. Aslında Beraat Gecesi’nde Allahû Tealâ’nın yeryüzü semasına indirdiği ve oradan da Cebrail (A.S) vasıtasıyla Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in kalbine âyet ve âyet nakşedildiğini biliyoruz.
O gece ki Allahû Tealâ onun için, “1000 aydan daha hayırlı bir gecedir” buyuruyor. Ortalama insan ömrüne baktığımız zaman neredeyse bir insanın bütün ömrüne eşdeğer bir zaman dilimini ifade ediyor. O geceyi ihya edenler bu kadar sevaba nail oluyorlar. Allahû Tealâ 365 geceden bir tanesinin Kadir Gecesi olduğunu, bu gecenin, 11 ayın sultanı Ramazanda ve Nebîler Sultanı Hz. Peygamber (S.A.V) Efendimiz Ramazan’ın da son 10 gününün tekli gecelerinde aranmasını emir buyurmuştur.
Öyleyse bu müstesna geceyi herkes aslında en üst seviyedeki ibadetle geçirmelidir. Gece boyunca tövbe namazları kılmalıdır. Allah’tan mağfiret talep etmelidir. Ama en önemlisi, mümkün olduğunca uyanık ve zikirle geçirmelidir.
Bu gecede sadece bu geceye mahsus olmak üzre Divan-ı Salihîn yeryüzüne iniyorlar.
Eğer ruh fizik bedenden ayrılır da üstümüzde yaratılan 7 tane gök katını birbirine bağlayan Tarîki Mustakîm üzerinden seyr-i sülûku yaşar, 7. gök katına ulaşırsa, 7. gök katının 5. âlemi olan Divan-ı Salihîne ulaşacaktır.
7. gök katı 7 âlemden oluşuyor.
1. âlem; Kader Hücreleri
2. âlem; Ümmül Kitap
3. âlem; Kudret Denizi
4. âlem; Makamı Mahmut
5. âlem; Divan-ı Salihîn
6. âlem; zikir hücereleri
7. âlem; İndi İlâhi.
Divan-ı Salihîn bu 7 âlemden beşincisini teşkil ediyor. Sadece Kadir Gecesi’ne mahsus olmak üzere Divan-ı Salihîn üyeleri yılda bir kez yeryüzüne inerler. Eğer kalp gözü açık olan irfanın sahibi bir kişiye Allahû Tealâ orayı gösterirse, sadece bir geceye mahsus olmak üzere orasının boş olduğunu o kişi görecektir. Çünkü oranın bütün üyeleri yeryüzüne inmiştir ve o gece boyunca yeryüzü selâmettedir.
İfade ettiğimiz gibi, Kadir Gecesi’nin Ramazanın son 10 gününde tekli günlerde aranması gerekir.
Her ne kadar bugüne kadar Kadir Gecesi bir gelenek halinde 27. gece olarak kutlanıyorsa da aslı 24’ünü 25’ine bağlayan gecedir.
Allah dostları, Kalp gözü açık olanlar bunu böyle buyuruyorlar.
7. gök katında 7 tane âlemi özellikleri itibariyle vermek gerekirse; ilk âlem kader hücreleridir. Herkese ait olan bir kader, bal peteği şeklindeki kader hücreleri 24 saatlik zaman dilimlerini ihtiva ediyor. Oraya çıkan kişi geçmişi tamamen bir duvarla örtülü geleceğe doğru bir geçiş izni söz konusu ve kendi kaderi üzerinden sonsuza kadar bir yolculuk yapıyor Allahû Tealâ’nın zatına ulaşana kadar.
İkinci âlem Ümmül Kitap’tır. Bu kitap, bugüne kadar tüm kutsal kitapların muhtevasında yer aldığı bir kitaptır. Tevrat’da İncil’de Zebur’da Kur’ân-ı Kerîm’de Ümmül Kitab’ın içerisinde, hatta Ümmül Kitab’ın her devirde bir sayfası açıktır. Gören Allah dostları var.
Üçüncü âlem Kudret Denizi’dir. Dördüncü âlem Makam-ı Mahmud’dur. Makam-ı Mahmud, özellikleri itibariyle devrin imamlarının Allah’a ulaşan kullara hilat giydirildiği bir yerdir.
Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz ve sahâbesinin bulunduğu ve tüm devrin imamlarının manevî evliliklerinin orada yapıldığı bir salon söz konusudur.
Beşinci âlem, Divan-ı Sâlihin’dir. İşte bahsettiğimiz Kadir Gecesi’nde Divan-ı Sâlihin üyelerinin tümü yeryüzüne inerler. Allahû Tealâ, kalp gözü açık olan kullarından dilediklerine burayı gösterir.
Altıncı âlem zikir hücreleridir. Yedinci âlem İnd-i İlahi’dir.
Kadir Gecesi’ne ulaşan herkes, misal olarak sabaha kadar ibadeti yerine getirirse aynı derecatı alabilir mi? Aslında derecatın alınması ile kişinin kalbindeki nur birbirine paraleldir. Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz: “Benim sahâbemin bir hurma sadaka Allah yolunda vermesiyle diğer insanların belki Uhud Dağı kadar altın vermesinden çok daha efdaldir.“ diyor. Neden bu şekilde söylüyor?
Çünkü sahâbe 7 safha ve 4 teslimi yaşayan bir standarttaydı. İrade tesliminde, kalpleri tamamen, 19 kademede müzeyyen olmuştu.
Kalpleri 19 kademede müzeyyen olan kişilerin özelliği nedir kalp açısından?
Allah tarafından 19 kademe müzeyyen olan kişilerin özelliği Allah tarafından irşada memur ve mezun kılınmış olmalardır. Ama diğer bir kişinin kalbi henüz karanlıklar içerisindeyse ve diyelim ki Uhud Dağı kadar altın veriyorsa o zaman niyet farklı kalpte teşekkül edeceği için o amelden kazanacağı derecat da çok farklı olacaktır. Burada derecatın en üst seviyede tezahür etmesinin asıl faktörü ihlâstır. Yani kalbin tamamen katışıklardan arınmış olması halidir.
Yani Kadir Gecesi’ni, hem en güzel şekilde idrak edebilmek hem daha fazla derece alabilmek açısından yapmamız gereken en önemli şey Allah’a ulaşmayı dilemiş olmaktır ve bu geceyi zikirle geçirmektir.
Aynı zamanda o Kadir Gecesi’ne giden zaman parçalarını da zikirle geçirmek gerekir. Yani kişinin bir süreç ile bu geceye en güzel şekilde hazırlanması lâzım.
Öncelikle kişi kalben kişi Allah’a ulaşmayı dileyecek. Allahû Tealâ onu Kendisine ulaştıracak. Ermiş evliya olduktan sonra velâyet kademelerinde İradesini teslim eden insan için her gece Kadir Gecesi, her gündüz bayram hüviyetindedir.
Dolayısıyla Allah’ın indinde müstesna geceler, müstesna zaman parçaları vardır. Dilediği mekânları kutsal kılan, dilediği zaman parçalarını kutsal kılan Allahû Tealâ, zaman ve mekânı insanlar için yaratmıştır. Öyleyse o kutsal mekânlar, o kutsal zamanlar insanlar için olduğuna göre, insanlar içinde kutsal insanlar da vardır. Onlardan bir tanesi her devirde devrin imamıdır.
Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) bunun için hadîs-i şerifinde şöyle buyuruyor: “Size ruh verenler gelecek. Onları arayın bulun. Kim zamanın imamına arif olmazsa o cahiliye standartlarındadır.”
Nitekim Divan-ı Salihîn içerisinde devrin imamı da vardır, o da Kadir Gecesi’nde yeryüzüne iner. Çünkü Kadr Suresinde: “Tenezzelul melâiketu ver rûhu” şeklinde ifade edilmiştir. Yani ruh ve melekler o gün yeryüzüne inerler.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) dahil olmak üzere Divan-ı Salihîn üyelerinin hepsi, orada bulunan bütün melekler Kadir Gecesi’nde yeryüzüne inerler. Ve mağfiret talebinde bulunan herkes için onlarla birlikte Allah’tan mağfiret talebinde bulunurlar o gece boyunca. Yeryüzü o gece selâmette olur.
Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’den sonra her devirde onun vârisi olan devrin imamı yine var. Vazifelidir ve yine o yaşayan mağfiret talebinde bulunan tüm insanlara mağfiret talebinde bulunuyor.
Mağfiret günahların örtülmesi değil, günahların silinmesi değil, günahların sevaba çevrilmesidir. Öyleyse mağfirete mazhar olabilmek için Allahû Tealâ’nın bizim için tayin ettiği mürşidin önünde Furkân Suresinin 70. âyet-i kerimesinde zikredildiği gibi tövbe etmek lâzımdır.
25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir).
Resûlullah (S.A.V) Efendimiz: “Onları arayın bulun.” ifadesiyle, “her devirde vazifeli olan, hayatta olan devrin imamını arayıp bulmak demek, Allah’ın hacet namazıyla mürşidi arayıp bulmak ve ona ihsanla olmaktır” buyurmaktadır. Çünkü kim devrin imamına arif olursa o tamamen cahiliye standartlarından kurtulur. O mağfiret edilmiş bir kişi olur. Onun o güne kadar işlemiş olduğu bütün günahları Allahû Tealâ sevaba çevirir. Ve üst seviyede bir derecatın sahibi olur.
Nitekim Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerifinde şöyle buyuruyor: “Sizler günah işlemeseydiniz (melek olsaydınız) Allah sizi yok eder, günah işleyen (nefs sahibi) ama tövbe-i istiğfarda bulunan (nefsini tezkiye eden) bir toplum yaratırdı.” Buradan murad, günah işlemeyenlerin günaha teşviki değil, kişinin mürşid önünde tövbeye yönelmesidir.
Melekler günah işlemeyen varlıklardır. Ama Allah katında insanı tüm mahlukattan daha kıymetli kılan olay, günah işlememesinden ziyade, günah işleyip de ondan sonra tövbe-i istiğfarda bulunmasıdır. Nitekim “Beşer, şaşar” herkes hata yapabilir. Hata yapanların en hayırlısı mürşid önünde tövbe edenlerdir.
Burada her ne kadar günah işlemiş olsada kişinin yapacağı tövbe, kendi kendine tövbe etmesinden ziyade, önce Allah’a ulaşmayı dileyerek daha sonra mürşide tâbiiyetle yapacağı tövbedir.
Aslolan mürşidin önünde yapılan tövbedir. Çünkü Furkân Suresinin 70. âyet-i kerimesinde, Nisa Suresinin 64. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ hangi tövbenin garanti kabul edileceğini açıklamış. Burada yapılacak olan tâbiiyet, ihsanla tâbiiyet olmalıdır. İhsanla her kim Allah’ın kendisi için tayin ettiği mürşide tâbî oluyorsa mutlaka Allah onun tövbesini kabul ediyor. Nisâ Suresinin 64. âyet-i kerimesi bunu dile getiriyor.
25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir).
4/NİSÂ-64: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi), ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfere lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ(rahîmen).
Ve Biz, (hiç) bir resûlü, Allah’ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka birşey için göndermedik. Ve onlar nefslerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah’tan mağfiret dileselerdi ve Resûl de onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah’ı, (iki tarafın da) tövbelerini (onların tövbesini ve Resûl’ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak bulurlardı.
Öyleyse ihsanla mürşidine tâbî olan kişinin, tövbe ettiği an tövbesinin kesinlikle kabul edileceğine îmân etmesi gerekir. Eğer bu tâbiiyet ihsanla gerçekleşmiyorsa Allah katında o tövbenin neticesinde günahlar sevaba çevrilmez. Günahların sevaba çevrilebilmesi için mutlaka o kişinin Allahû Tealâ’dan mağfiret talebinde bulunması lâzım. Onunla birlikte devrin imamının da onun için Allah’tan mağfiret talebinde bulunması lâzımdır. Devrin imamıyla tövbe eden kişi arasında bu olay şefaattir. Şefaat bu dünya hayatında, işte bu şekilde gerçekleşen bir vetiredir.
Hepinizin Allah’a ulaşmayı dileyerek, Allah’ın tayin ettiği mürşide tâbî olarak dünya ve ahiret saadetine ulaşmanızı Efendimizin himmetiyle Yüce Rabbimiz’den niyaz ederek yazımızı burada noktalıyoruz inşallah.
Allah razı olsun.
Dr. Abdulcabbar BORAN
© 2020 Kent Havadis Gazetesi Tüm hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılması yasaktır. Web Hosted Sparfly Digital