Hazreti Ali’nin rivâyetine göre, Hz. Peygamber (S.A.V) Efendimiz’in beyanıyla, Allah’ın bir gecede ıslâh ettiği (yani tevbesini kabul ettiği, vehbi olarak feyizler ve hikmetlerle donattığı) Ehl-i Beyt’ten Mehdi (hidayete erdiren mürşid) kimdir?
Sünen-i İbni Mace, 10/348
Allah ile olan ilişkide bir kişi için irşad makamına tayin edilmek, Kur’ân-ı Kerim’in bütün muhtevasını tamamlamak demektir. Kur’ân, 7 safha, 4 tane de teslimden oluşur.
Kişi dünya hayatında Allah’a mülâki olmayı (ulaşmayı) diler, bu kâmil insan olmanın giriş kapısıdır. Dilemezse bundan sonra manevî tekâmülünün gerektirdiği 7 safha ve 4 teslimin hiç birisini gerçekleştirmesi mümkün değildir! O kişi mutlaka cehenneme gider.
Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkes için sonuç bellidir. Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi âyet-i kerimeler gereğince; dalâlettedir, âyetlerden gâfildir, hidayette değildir, fısktadır, şeytanın dostudur, Allah’ın dostu değildir, şirktedir, takva sahibi değildir, ameli boşa gider, hüsrandadır, şeytanın kuludur, Allah’a göre kâfir hüviyetindedir.
“Mü’min” kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de bazen “mü’min” olarak, bazen de “âmenû” kelimesiyle ifade edilir. “Âmenû” kelimesinin mânâsı “îmân eden” demek, “mü’min” yine “îmân eden” demektir.
Îmân “inanç” demek, mü’min “inancın sahibi” yani inanan demektir. Ve Enfâl-29. âyetine bakıyoruz Allahû Tealâ buyuruyor:
8 / ENFÂL – 29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
Biliyorsunuz ki bir insanın cennete girebilmesi o kişinin kazandığı derecelerinin kaybettiği derecelerinden fazla olmasına bağlı. Kişinin böyle bir muhteva kazanabilmesi için sevaplarının günahlarından çok olması gerekir. Aksi halde o kişinin gideceği yer cehennemdir. İsterseniz ölçünün hangi âyet-i kerimelerde geçtiğine de beraberce bakalım.
23 / MU’MİNÛN – 102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.
23 / MU’MİNÛN – 103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.
Kişi Allah’a ulaşmayı dilememişse onun amelleri boşa gider.
18 / KEHF – 105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.
Kur’ân-ı Kerim’in en önemli kavramı Allah’a ulaşmayı dilemektir. Ama tasavvufu yaşayanların dışında herkes İslâm’ın 5 şartı ile kurtuluşa ulaşacağını zannediyor. İslâm’ın 5 şartının içinde Allah’a ulaşmayı dilemek olmadığı için hiç kimsenin kurtuluşa ulaşması mümkün değil.
Sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler takva sahibi olabilir. Allah’a ulaşmayı dilemeyenler ebedîyyen gizli şirkte kalmaya mahkumdurlar.
Kişi Allah’a ulaşmayı dilemişse Allahû Tealâ o kişinin kalbine ulaşacaktır, göğsünden kalbine bir nur yolu açacaktır ve kişi zikir yaptığında onun kalbine %2 rahmet nurunu ulaştıracaktır. Kişinin hacet namazı kılarak mürşidini sormasıyla Allah, onu mutlaka mürşidine ulaştıracaktır.
Kişi mürşidine ulaştığı zaman, başının üzerine Devrin İmamı’nın ruhu gelir. Artık başının üzerinde bir koruyucu vardır. Kalbinin içine de Allah îmânı yazar (Mücâdele-22 âyetine göre). Ve bu kişinin mürşide tâbîyyetten sonra zikir yapması halinde o kişinin kalbine rahmet-salâvât ilâve olarak fazl ve salâvât adlı iki grup nur girmeye başlar. Allahû Tealâ kişinin kalbinin içine “îmân” kelimesini yazar.
Îmân kelimesi bir manyetik alan oluşturur. Bu manyetik alan, o kişi zikir yaptığı zaman Allah’ın katından gelen rahmet-salâvât ve fazl-salâvât nurlarından fazılları mutlaka çekip kendisine yapıştırır. Ve böylece kişi zikir yaptıkça nefsinin kalbindeki fazıllar giderek artmaya başlar. Mü’min-15, Devrin İmamının ruhunun niçin geldiğini anlatıyor:
40 / MU’MİN – 15: Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
Allahû Tealâ tâbîiyetin o kişinin günahlarını sevaba çevirdiğini söylüyor:
25 / FURKÂN – 70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderendir).
Allahû Tealâ’nın o kişiye başka bir ni’meti daha vardır. O kişi o güne kadar her yaptığı pozitif davranışın karşılığında bir derecelik güzellik (mutluluk) yaşamışsa onun 10 katını Allahû Tealâ’dan alırken o günden sonra 1’e 100’den başlayarak, 1’e 700’e kadar derecelendirmeyle mükâfatlar alacaktır. Halbuki aynı kişi bir kötülük yaptığı zaman derecât kaybettiği zaman o kadar günah alır yani 1 derecelik kötülüğe 1 derecelik günah.
Mürşidine tâbî olduktan sonra bu kişi zikrini arttıracaktır. Zikrini günde 18 saate çıkarabildiği zaman dik yokuşu aşacak ve fizik vücudu Allah’a teslim olacaktır. Fizik vücut Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren ve yasak ettiği hiçbir şeyi işlemeyen bir hüviyyet kazanacaktır.
Daha sonra bu kişi öyle bir noktada olacaktır ki daimî zikre ulaşacaktır (ulûl’elbab olacaktır). Lübblerin (sır hazinelerinin) sahibi olacaktır. Bu kişinin özelliği, nefsinin kalbi daimî zikre ulaştığı için %100 nurlarla doludur. Artık o nurların eksilmesi de söz konusu olmaz. Daimî zikir bir ömür boyu devam eder.
İşte burada Allahû Tealâ kişiye iki özellik verir:
1. Kalp gözünü açar,
2. Kalp kulağını açar.
3 / ÂLİ İMRÂN – 190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır.
3 / ÂLİ İMRÂN – 191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah’ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah’ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): “Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan’sın, artık bizi ateşin azabından koru.
Ulûl’elbab makamındaki kişiye yerlerin melekûtu gösterilir. Bundan sonra kişi sırasıyla önce ihlâs makamına ulaşır. İhlas makamında göklerin melekûtu kendisine gösterilir. İhlâs makamından sonra salâh makamına ulaşır.
Salâh makamının;
1. kademesinde, o kişinin günahları örtülür,
2. kademesinde, bu kişi için Allahû Tealâ’nın dizaynı, salâh nurunun verilmesidir.
3. kademesinde, o kişinin günahları sevaba çevrilir.
6.kademesinde kavim resulleri vardır.
Kendi yaşadığı dönemde vekâleten Devrin İmamı olan Yunus Emre, bakın bir dörtlüğünde bunları nasıl belirtiyor:
Açıldı gökler kapısı
Rahmet doldu hepisi
Sekiz cennetin kapısı
Açar Allah deyu deyu.
İrşada memur ve mezun kılınan veli mürşit Allahû Teâlâ’nın memurudur. Memur; “emre itaat eden”, amir de “emri veren” demektir. Burada Allahû Tealâ amirdir İradesini Allah’a teslim eden kişi de irşada memur ve mezun kılınmıştır. Yani bu kişi Allah’tan emir alacaktır ve aldığı emri gerçekleştirecektir.
“Mezun kılınmak”, kendisine irşad etme izni verilmesi demektir. Kim tıp fakültesinden mezun olursa, doktorasını tamamlarsa o kişiye doktorluk yapmak yetkisi verilir, doktorluk yapmaya mezun olur izin sahibi olur, o yetkinin sahibi olur. Buraya kadar ulaşan kişi artık irşada memur ve mezundur, yani Allahû Tealâ tarafından kendisine Mürşid olarak vazife verilmiştir.
Allah razı olsun.
Dr. Abdulcabbar BORAN
© 2020 Kent Havadis Gazetesi Tüm hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılması yasaktır. Web Hosted Sparfly Digital