Devrin İmamı’ndan öğrenmiş olduğumuz Kur’ân’daki İslâm, günümüzdeki İslâm tatbikatıyla mukayese edildiği zaman Kur’ân’ın tamamen rafa kaldırılmış olduğunu görüyoruz.
Günümüzde dîn tatbikatından birçok Kur’ân kavramı çıkartılmıştır. Bunların başında özellikle takva sahibi olmak geliyor. Takva bütün ilmihallerde “Allah’tan korkmak” olarak geçiyor, halbuki takva Allah’tan korkmak değildir. Takva “vikaye” kökünden türeyen bir kelimedir, zarardan ve sıkıntıdan korunmak anlamına gelmektedir.
Takva kavramı gibi insanlar hidayeti de unutmuşlar. İnsanlar Sıratı Mustakîm’de olmayı unutmuşlar. Kendi uydurdukları bir dîn tatbikatının içerisine girmişler ve İslâm’ın 5 şartı ile kurtuluşta olduklarını zannediyorlar. Sadece İslâm’ın 5 şartıyla da hiç kimsenin kurtuluşa ulaşması mümkün değil.
Hidayet ve takva kavramın dışında Kur’ân’dan kopan diğer kavramları şöyle belirtmek mümkün:
Bu söylediklerimizin hepsi Kur’ân kavramlarıdır. Bunların hiçbirisini kendimizden söylemiyoruz. Hepsi Kur’ân’da yer almış durumda. Babamız İbrahim’in hanif dîni Arapça adıyla İslâm’dır. Allahû Tealâ bu dînin 3 tane esas faktörünü Kur’ân-ı Kerîm’de zikrediyor.
İşte bu dizayn içerisinde meselemize baktığımız zaman net olarak şunu görüyoruz. Artık insanlar hidayeti unuttukları için Allah’a ulaşmayı dilemiyorlar. Allah’ın bizdeki emanet olan ruhu, dünya hayatını yaşarken Allah’a ulaştırmak farz olmasına rağmen, insanlar bu farzı unuttukları için Allah’a ulaşmayı dilemiyorlar. Dilemeyenlerin takva sahibi olması mümkün değil. Çünkü Allahû Tealâ Rûm-30’da dîni ifade ediyor.
30 / RÛM – 30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataran nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.
Ezeli ve ebedi dîn hanif dînidir. Herkesi de Allah hanif fıtratıyla yaratmıştır. Hanif dînini yaşayabilmenin olmazsa olmaz şartı takva sahibi olmaktır. Ama takva sahibi olmak mutlaka hidayetle birlikte gerçekleşen bir olgudur.
Onun için Rûm-31’de Allahû Tealâ şöyle buyuruyor: “Munîbîne ileyhi vettekûhu, Allah’a yönelin ki”. Allah’a yönelmesi gereken bizdeki emanet olan ruhtur. “Vettekûhu, takva sahibi olun böylece takva sahibi olun”.
30 / RÛM – 31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O’na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
Yani ruhumuzu Allah’a dünya hayatında ulaştırmayı dilemeliyiz. Böylece takva sahibi oluruz. Böylece şirkten kurtuluruz. Böylece küfürden kurtuluruz. Böylece fısktan kurtuluruz. Bütün bu negatif standartlardan tamamıyla Allahû Tealâ bizi kurtaracaktır.
Başlangıç noktasında herkes şirktedir. Herkes dalâlettedir, küfürdedir, fısktadır, hüsrandadır ve amelleri boşa gider. Ama Allah’a ulaşma dileği bizim tamamıyla Kur’ân’daki İslâm’ın içinde yer almamızı sağlar. Hidayetin giriş kapısı Allah’a ulaşmayı dilemektir. Allah’a ulaşmayı dilemek söz konusu olmayınca otomatikman kişi Kur’ân kavramlarının muhtevasında olmadığı, Kur’ân dışı bir bid’atlere dayalı dîn tatbikatını yaşamaya başlıyor.
Kur’ân kavramları Kur’ân’dan kopmuştur, dînden kopmuştur. Dîn ezelî ve ebedî Babamız İbrahim’in hanif dîni, Arapça adıyla İslâm’dır.
Öyleyse Kur’ân kavramları dînden kopmuştur. Farz emirler artık dîn tatbikatının içerisinde yer almıyor.
7 tane farz emir var:
1) Allah’a ulaşmayı dilemek farzdır.
2) Mürşide tâbî olmak farzdır.
3) Ruhu Allah’a teslim etmek farzdır.
4) Fizik vücudu Allah’a teslim etmek farzdır.
5) Nefsi Allah’a teslim etmek farzdır.
6) İrşada ulaşmak farzdır.
7) Ve iradeyi Allah’a teslim etmek farzdır.
Evet sevgili okurlar! Bunların hepsi farz, ama günümüz dîn tatbikatında bunlar da yok. Yani mutluluk mesajı dînden kopmuştur.
Allah insanlardan sadece onların mutlu olmasını ister! Mutluluk başkalarını mutlu etmekten geçiyor. Başkalarını mutlu edebilmek ve mutlu olmak bir dilektir. Sadece bir dilek, bizi 3. kat cennet ve dünya saadetinin sahibi kılıyor. Allah’a ulaşmayı dilemek yoksa tâbiiyet söz konusu değildir! Allah’a ulaşmayı dilemek yoksa ruhun Allah’a teslimi mümkün değil ve şeytana dost olmaktan kurtulup, Allah’ın dostu olmadan başkalarını mutlu etmek mümkün değildir.
Allahû Tealâ en çok insanı seviyor. En sevdiği varlık olan insan için Allahû Tealâ’nın bir tek dileği vardır; Âhiret ve dünya saadeti. Ve âhiret ve dünya saadetine ulaşmanın olmazsa olmaz şartı başkalarını mutlu etmektir. Kısaca mutluluk bir dilektir. Allah’a ulaşmayı dilemektir. Mürşide tâbî olmaktır. Ruhu Allah’a teslim etmektir. Yani kısacası Allah’ın dostu ermiş evliyasından olmaktır. Çünkü mutlu olanlar Allah’ın dostlarıdır.
Allahû Tealâ Yûnus Suresinin 62-63. âyet-i kerimelerinde: “Onlar âmenû olmuşlardır ve de takva sahibi olmuşlardır.” buyuruyor.
10 / YÛNUS – 62: E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?
10 / YÛNUS – 63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.
Buradaki müjde dünya saadetinin yarısı, âhiretteki müjde de 3. kat cennet. Allah bize hediye ediyor, bize lutfediyor, bizi bunlarla müjdeliyor. Ama ondan sonra da, ermiş evliya olduktan sonra zirvesine ulaşabilmek için mutlak surette başkalarını mutlu etmek durumundayız. Ne kadar ekmek o kadar köfte.
Ne kadar başkasına mutluluk verirsek; o kadar, hatta daha da fazla biz mutlu oluruz. Etrafımızda devamlı insanlar vardır. Öyleyse onların mutluluğu için çalışmak durumundayız. Onlar için kendimizi vakfetmek durumundayız.
Allah razı olsun.
© 2020 Kent Havadis Gazetesi Tüm hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılması yasaktır. Web Hosted Sparfly Digital