Allahû Tealâ Hicr Suresinde buyuruyor ki:
15/HİCR-23: Ve innâ le nahnu nuhyî ve numîtu ve nahnul vârisûn(vârisûne).
Ve muhakkak ki; Biz, sadece Biz hayat veririz. Ve Biz öldürürüz. Ve varis olanlar da Biziz.
32/SECDE-11: Kul yeteveffâkum melekul mevtillezî vukkile bikum summe ilâ rabbikum turceûn(turceûne).
De ki: “Size vekil kılınan ölüm meleği, sizi vefat ettirecek (öldürecek). Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”
Evvela kişi ölüyor daha sonra ruh Allah’ın Zat’ına ulaştırılıyor. Öyleyse ruhun vücuttan çıkması kişiyi öldürmüyor.
Ölüm Olayı Nasıl Cereyan Eder?
Ölen fizik vücuttur. Nefs ölmüyor, ruh zaten Allah’ın Zat’ına ulaşıyor, ruh Allah’ın ruhudur. Nefsin ölümü tatmasıyla fizik vücudun ölümü bu şekilde gerçekleşir. Fizik vücut 70 trilyon hücreden oluşur. Her hücrenin içerisinde mitokondriler vardır ve o mitokondriler elekrik üretirler. Elektrik üretimi elektrik alanları ve elektro manyetik alanlarla fizik vücut bir mıknatıs gibi N kutbuyla ruhu devamlı kendisine çeker, S kutbuyla da nefsi kendisine çeker ve böylece elektro manyetik çekim gücü devam ettiği sürece o kişi hayattadır. Ama bir gün Allahû Tealâ ecel zamanı gelip de emaneti almak istediği zaman mitokondrilere gönderilen enerji kesilir. Böylece doğrudan doğruya elektrik alanları yok olur, elektronik manyetik alanlar ortadan kalkınca çekim gücünü kaybeder. Fizik vücut artık o noktada nefs ve ruh için bir görüntüdür. Bir mekân hüviyetini taşımaz.
Böyle olunca doğal olarak bu söylenen hurafe bir bid’attır, yanlış bir inançtır.
“Ancak ölümle insan ruhu Allah’a ulaşır” sözü Kur’ân’a ters düşmektedir. Evet, gerçekten ölümle insan ruhu Allah’a ulaşır ama ölmeden evvel de insan ruhu Allah’a ulaşır ve Allahû Tealâ bunu üzerimize farz kılmıştır.
Hidayet Ruhun Allah’a Ulaşması mıdır?
Kur’ân-ı Kerim’de insan ruhunun dünya hayatında ulaşması hidayettir. Allahû Tealâ bunu herkese farz kılmıştır.
3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah’a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz’in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm’dir (en iyi bilendir).
29/ANKEBÛT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi Le âtin, ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah’a mülâki olmayı (hayattayken Allah’a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah’ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah’a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.
Burada nefsin Allah’a ulaşması mümkün değildir. Fizik vücudun da Allah’a ulaşması mümkün değildir. Öyleyse Allahû Tealâ bu âyet-i kerimeyi Kur’ân-ı Kerim’e koymuşsa bu tamamen ruhun dünya hayatında Allah’a ulaşmasını ifade etmektedir. Sadece bu âyet-i kerimede değil pek çok âyet-i kerimede Allahû Tealâ ruhun ölmeden evvel Allah’a ulaşmasını kesinlikle üzerimize farz kılmıştır.
Fizik bedenin kumandanının akıl olduğunu belirtmiştik. Aklın, ruhu Allah’a ulaştırmak istikametinde kesin karar alması lâzımdır. Eğer nefs aklı ikna ederse bu söylediğimiz hurafelere kişi bel bağlıyor, ona göre yanlış bir dîn tatbikatının içine giriyor.
Ama eğer ruh aklı ikna ederse -ki ruhun talebi Allah’a ulaşmayı dilemektir- o zaman o kişi şu idrakin sahibidir: “Allah tektir, ruhun dünya hayatında Allah’a ulaşması vardır, bu üzerimize farzdır ve bunu kişi dilemesi halinde Allah’ın bunu kişi için gerçekleştireceğinden emindir.” Neden emindir? Çünkü Allahû Tealâ söz vermiştir.
13/RA’D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”
Öyleyse kişinin ruhunu Allah’a ulaştırabilmesi sadece bir tek dileğe bağlıdır! Ama bu dilek kalbi bir dilektir. Kişi kalben Allah’a ulaşmayı dilediği takdirde, Allah onu mutlaka Kendisine ulaştıracaktır. Neden kalben dilemek? Çünkü Allah insanı devamlı olarak kalp üzerinden denetler. Kalp üzerinden değerlendirmeye tâbî tutar. Kişinin kalbinde bu talep varsa, 99 esmanın sahibi olan Allah, Rahmân esması ile o kişiye tecelli eder ve devamlı yardımlarını göndermeye başlar.
Evvela Rahmân esmasının tecellisi o kişiye 7 furkan verilmesini sağlar. Rahmân esmasının tecellisi o kişiyi 12 ihsanın sahibi kılar. O kişi huşû sahibi olduktan sonra da hacet namazı ile mürşidini Allah’tan talep ederse Allah da ona mürşidini gösterecektir. Mürşidine tâbî olması halinde de Allahû Tealâ ona 7 tane ni’met verecektir. Ve akabinde 7 furkan verir.
12 ihsan ve 7 ni’metle desteklediği bu kişiye Allahû Tealâ vasıta emirleri sevdirir, böylece kişi günbegün zikrini artıracaktır. Emmare, levvame, mülhime, mutmainne, radiye, mardiye ve tezkiye kademelerini bir bir geçecek; her kademede nefsin manevî kalbinde biriken fazıl miktarı % 7 artarak devam edecektir. Sonuçta nefs tezkiyesinin neticesinde kişinin kalbi % 51 aydınlanır. Buna karşılık her kademede ruh da bir gök katı yükseldiği için 7. gök katında 7 âlemi geçtikten sonra ruh Allah’ın Zat’ına ulaşır. Böylece kişi Allah’ın ermiş evliyasından olur.
Elbette ki ruhun ıslâhı diye bir şey söz konusu değil Kur’ân-ı Kerim’de. Islâh olması gereken nefstir zaten ifade ettik. Nefs insan vücudunda şeytanın melceidir. Nefsin manevî kalbinde devamlı insanı huzursuz ve mutsuz eden afetler vardır. Nefs karanlıklardan müteşekkildir. Ama bu nefsi tıpkı ruh gibi tamamıyla geceyken gündüze çevirmek üzerimize görev olarak verilmiştir.
Yani karanlıklardan oluşan nefsin tedavi edilmesi, bu hastalıklardan tamamen arınması temizlenmesi 2 kademelik bir olaydır; evvela afetlerin kontrol altına alınması 7 kademede tezkiye ile gerçekleşir. Daha sonra o kalbin tamamen temizlenmesiyle nefsin ıslahı söz konusu olur.
Ruhun hastalığı diye bir şey söz konusu değildir. Bu yanlış inanç nerden kaynaklanıyor; insanlar kitaplarda hep fizik ötesi her şeye “ruh” demişler. Nefs de bu zahirî âleme ait olmadığı için fizik olmadığı için nefse de “ruh” demişler. Aslında “hastalık, sağlık” olarak söylenen bütün sözlerin hepsi nefs için geçerlidir. Mesela “ruh hastalığı” deniyor aslında nefs hastadır.
Hatta kitaplarda nefse “Nefs-i hayvani”, Allah’ın bize üfürdüğü ruha da “Ruhu sultani” ayrımı yapılmıştır. Ya da nefs olarak ifade edilmiş; nefs-i zülmanî, nefs-i rabbani diye ayrımlar yapılmıştır.
İnsanlar ruhun yerine nefsi geçirmişler ve ruh tamamen devreden çıkmış. Bugün hangi insana sorarsanız sorun “insan kaç vücuttan oluşur” derseniz hepsinin vereceği cevap: “2 vücut; fizik vücut ve nefs.”
Hâlbuki insan bir üçlüden oluşur:
1- Zahirî âleme ait olan fizik vücut.
2- Berzah âlemine ait olan nef.
3- Allah’tan üfürülen ruh.
Üçünün yapıları da, geliş yerleri de hepsi birbirinden farklı.
Allahû Tealâ bizi bu şekilde yaratmış; nefs ve ruh vermiş. Olayları yaşıyoruz, ya nefsimize uyacağız şerr olanı yapacağız, ya da ruhun talebine uyarak doğrusunu yapacağız. İrade, tercih hakkına sahip olmaktır. Dilediğini yapabilme yetkisidir. Gerçekten Allahû Tealâ’nın şu kâinatta serbest irade verdiği ve sorumlu kıldığı iki tane varlık vardır; insanlar ve cinler. Bunların dışındaki hiçbir varlıkta serbest irade yoktur.
İradeler açısından meseleye baktığımız zaman Allah’ın iradesine ilâhi irade diyoruz. Onun dışında Allahû Tealâ’nın yarattığı canlı ve cansız bütün mâhlukatı kontrol eden sünnetullaha külli irade diyoruz, birde üçüncü olarak Allahû Tealâ’nın insanlara ve cinlere verdiği cüz’i irade söz konusudur.
Öyleyse bu açıdan baktığımız zaman tercih yapabilme hakkı, doğruyu ve yanlışı yapabilme yetkisine sahip ve yaptıklarından da sorumlu olabilecek iki varlık vardır; birisi cinler diğeri de insanlar.
Dolayısıyla insanlar cüz’i iradeye sahip oldukları için cüz’i iradesi ile hayır da işleyebilir, şerr de işleyebilir.
Cüz’i irade yani serbest iradeye Allahû Tealâ çok kıymet veriyor.
Çünkü iradesini kullanmadığı takdirde dünya hayatını yaşarken Allah’a ulaşmayı dilemediği takdirde o kişinin gideceği yer cehennemdir. Yine iradesini kullandığı takdirde o kişinin gideceği yer cennettir. Yani tamamen kişinin iradesi ile yaptığı seçime bağlıdır.
Şimdi biraz da akıldan bahsetmek lâzım çünkü akıl çok önemlidir. Baş gözleri ışık kaynaklarından çıkan dalgaların cisimlere çarpmasıyla gözümüze geldikten sonra onları görmemizi sağlar. Ama ışık söndürüldüğü zaman ışık kaynağı yoksa karanlık bir odada göz bebeklerimiz açık olmasına rağmen biz birbirimizi göremeyiz. Demek ki gözün görme fonksiyonunu yerine getirilmesi için kesinlikle ışığa ihtiyaç vardır. Aklın da akledebilmesi için mutlaka vahye yani Kur’ân’a ihtiyaç vardır. Ama bu Kur’ân-ı Kerim’i kendisine okuyacak, öğretecek olan bir de Allah’ın tayin ettiği EHLİ ZİKRE ihtiyaç vardır. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’e baktığımız zaman ruhun seyr-i sülûk yapabilmesi, hidayetin gerçekleşebilmesi için Allah tarafından hidayetçiler tayin edilmektedir. O hidayetçilerin insanlara gelip hidayeti tebliğ ederler. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
20/TÂHÂ-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.
(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.”
Âyetteki “hidayetime tâbî olursa” ifadesine göre hidayeti getiren bir kişi vardır, bu hidayetçidir. Hidayetçi hidayeti getirir ve hidayeti tebliğ etmesi halinde kişi ruhun talebine uyarak Allah’a ulaşmayı dilerse, gideceği yer cennet; ya da şeytanın tesiriyle nefsi aklını ikna edecek ve Allah’a ulaşmayı dilemezse gideceği yer cehennemdir. Burada seçim hakkı kişiye aittir ama içeride ve dışarıda olmak üzere her iki tarafta da negatif ve pozitif temsilciler vardır. İçerde ruh ve nefs vardır. Onların dışarıdaki temsilcisi şeytan ve mürşid vardır.
Dolayısıyla kişi sonuçta bir karar verecek karar ruhun talebi istikametinde yani Allah’a ulaşmayı dilemekse, Allah’ın emri istikametindeyse o kişi kurtuluştadır. Allah mutlaka onu Kendisine ulaştırır kişi hidayettedir. Ama kişi Allah’a ulaşmayı dilememişse gideceği yer cehennemdir. İnsanı burada kurtuluşa ulaştıran söylediğimiz gibi akıl ve aynı zamanda iradedir, aklın ikna edilmesi söz konusudur.
Allah razı olsun.
© 2020 Kent Havadis Gazetesi Tüm hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılması yasaktır. Web Hosted Sparfly Digital