Takva hakkında çok fazla söylenen tarif var. Acaba takva Allah’tan korkmak mıdır?
Takvanın ne olduğunu öğrenmek için her zaman olduğu gibi Kur’ân’a müracaat etmemiz lâzım. Neden Kur’ân’a müracaat etmemiz lâzım? Çünkü TAKVA kavramının geçtiği birçok âyet var. İnsanlar lugât mânâsından hareketle “Takva Allah’tan korkmaktır.” diyorlar. Halbuki “Vikaye” kökünden türeyen takva kavramının lugat mânâsı “bir şeyi zarardan ve sıkıntıdan korumaktır”.
Kur’ân’da geçen takva kavramının bütününe baktığımız zaman, geniş bir yelpaze içerisinde 7 safhayı içerdiğini görüyoruz. Eğer 7 safha takvanın hepsine “korku, korku, korku…” derseniz o zaman meseleyi aslî manasından saptırmış olursunuz. Peygamber Efendimiz (S.A.V); “Kur’ân’ın bir lafzî mânâsı ve 7 ruhu vardır.” buyuruyor Takva kavramının geçtiği tüm âyetlerde, sadece fizikî anlamıyla “korku” dediğimizde bu kavramı ihtiva eden 7 ruhu gizlemiş oluruz. Yûnus Suresinin 62 ve 63. âyet-i kerimelerinde takva sahipleri için korku yoktur buyrulduğuna göre “takva Allah’tan korkmaktır” mânâsı Kur’ân-ı Kerime ters düşmektedir.
10/YÛNUS-62: E lâ inne evliyâallâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?
10/YÛNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.
Eğer Allahû Tealâ “takva sahipleri için korku yoktur” diyorsa, birileri “takva korkudur, Allah’tan korkmaktır” diyorsa o zaman tamamen Kur’ân’ı Kerim’e ters bir mânâyı kavrama yüklüyor. O zaman kavramın aslî manası saptırılıyor.
Allahû Tealâ da “takva sahibi olan kişi için korku yoktur” buyuruyor. Çünkü onlar için müjdeler vardır. Hem ahiret müjdesi, hem dünya müjdesi vardır.
Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de korkuyu takva kavramıyla değil, “havf” kelimesi ile tarif etmiştir. Nitekim Allahû Tealâ Kaf Suresinin 45. âyet-i kerimesinde Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e hitaben şöyle buyuruyor:
50/KAF-45: Nahnu a’lemu bi mâ yekûlûne ve mâ ente aleyhim bi cebbârin fe zekkir bil kur’âni men yehâfu vaîdi.
Onların ne söylediklerini, en iyi Biz biliriz. Ve sen onların üzerine, cabbar (zorlayıcı) değilsin. Öyleyse Benim vaadimden (vaadettiğim cezadan, azaptan) korkanları Kur’ân ile ikaz et.
Âyet-i kerimede, “korku” kelimesi “havf” ile ifade edilmiştir. Bu korku kötü hesap sahipleri içindir. Rad Suresinin 18. âyet-i kerimesinde hesabın kötüsüne sahip olanların gideceği yerin cehennem olduğu bildiriliyor. Rad Suresinin 21. âyet-i kerimesinde kötü hesaptan korkanlar Allah’a ulaşmayı dileyerek Allah’ın ulaştırmasını emrettiği ruhu ulaştıranlardır.
13/RA’D-18: Lillezînestecâbû li rabbihimul husnâ, vellezîne lem yestecibû lehu lev enne lehum mâ fîl ardı cemîan ve mislehu meahu leftedev bih(bihî), ulâike lehum sûul hısâbi ve me’vâhum cehennem(cehennemu), ve bi’sel mihâd(mihâdu).
Rab’lerine (Rabbinin emrine) icabet edenler için en güzeli vardır. Ve O’na icabet etmeyenler, yeryüzünde olanların hepsi ve bir o kadarı daha onların olsa, onu mutlaka fidye olarak verirlerdi. İşte onlar; onlar için hesabın kötüsü var. Ve onların barınacağı yer, cehennem; ne kötü bir döşektir.
13/RA’D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
Takva korkmak demek olsaydı, şeytan da Allah’tan korkuyor, o zaman şeytan da takva sahibi olurdu.
59/HAŞR-16: Ke meseliş şeytâni iz kâle lil insânikfur, fe lemmâ kefere kâle innî berîun minke innî ehâfullâhe rabbel âlemîn(âlemîne).
(Münafıkların size vaadleri), şeytanın (vaadlerinin) durumu gibidir. İnsana: “İnkâr et (kâfir ol).” demişti. Fakat, inkâr ettiği zaman: “Muhakkak ki ben senden uzağım, elbette ben, âlemlerin Rabbi Allah’tan korkarım.” dedi.
“Takva Allah’tan korkmaktır” diyenler bir bi’datin içine düşmüşlerdir.
Bid’at nedir? Kur’ân-ı Kerim’de yer almasına rağmen tatbikattan çıkartılan, Kur’ân-ı Kerim’de olmamasına rağmen dîn tatbikatına konulan herşey bid’attir.
Kur’ân’da varolmasına rağmen tatbikattan çıkarılan takvanın asıl tarifi “birşeyi zarardan ve sıkıntıdan korumaktır”.
Allah’ın emirleri var ve yasakları var. Allah’ın emirlerine itaat, yasak ettiği fiilleri işlememek derecat kazandırıyor, bize mutluluk sağlıyor. O emirlere isyan, yasak ettiği fiilleri işlemek bize derecat kaybettiriyor, sıkıntıyı yaşattırıyor. Takva zarardan ve sıkıntıdan korunmak olduğuna göre, bu, Allah’ın emirlerine isyan etmemek, Allah’ın yasaklarını işlemekten kişiyi korumaktır.
İsyana ve Allah’ın yasak ettiği fiilleri işlememeye karşı kişiyi korumak takvadır. Takva bir koruyucu zırhtır. Tıpta bir koruyucu hekimlik, vardır. Bitkisel karışımlarla tedavi koruyucu hekimlik sınıfına girer.
Allahû Tealâ’nın emirleri var, Allah’ın yasakları var. Kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesi, Allah’ın temel emridir. Allah’a ulaşmayı dilemediği taktirde kişi Allah’ın yasak ettiği fiilleri işleyen bir hal üzeredir. Yûnus Emre bir dörtlüğünde şöyle söylüyor:
Gönül çalabın tahtı
Çalap gönle baktı
İki cihan bedbahttı
Kim gönül yıkar ise.
İşte burada gönül yıkan kişi kendisi Allah’a ulaşmayı (hidayeti) dilememiştir ve başkasının da hidayetine engel olmaktadır. Bedbaht olmasının sebebi hidayeti dilemediği gibi başkasının hidayete ermesine mani olmasıdır. Başkasının hidayetine mani olması sebebiyle iki cihan bedbahttır.
Hz. Muhammed (S.A.V.); “Duanızın kesinlikle kabul edileceğine îmân ederek dua edin, bilin ki Allah kalbi gaflet içinde olanların duasını kabul etmez.” buyuruyor. Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin kalbi gaflet içerisindedir. Allah, Kendisine ulaşmayı dilemeyenlerin duasını kabul etmiyor. Nitekim Allahû Tealâ da Bakara Suresinin 186. âyet-i kerimesinde aynen bu tarifi yapıyor.
2/BAKARA-186: Ve izâ seeleke ıbâdî annî, fe innî karîb(karîbun), ucîbu da’veted dâi izâ deâni, felyestecîbû lî vel yu’minû bî, leallehum yerşudûn(yerşudûne).
Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar).
Allah, davete icabet edenlerin yani Allah’a ulaşmayı dileyenlerin duasını kabul ediyor. Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin duasını kabul etmiyor.
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e sormuşlar: “Ey Allah’ın Resûl’ü, La ilahe illallah cennetin anahtarı değil mi?” “Evet, cennetin anahtarı ama bu anahtarın dişleri lâzım” demiş.
Yani “La ilahe illallah” diyenkişinin aynı zamanda Allah’a ulaşmayı dilemesi farzdır. Dînimize takva kavramı gibi pek çok bid’atler girmiş durumdadır. Bütün bid’atlerden kurtulmanın yolu sadece bir dilektir. Çünkü kişi Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah’ın ona sözü var, Allah onu Kendisine ulaştıracaktır.
Kişi bu dileği dilediğinde bakın Allahû Tealâ onu nelerden koruyor. Özellikle âyetlere gafil olmaktan koruyor. Âyetlere yakîn sahibi kılıyor, onu cehennemden koruyor, cennetlik kılıyor. Onu şirkten koruyor, takva sahibi kılıyor. Onu küfürden koruyor, mü’min kılıyor. Onu şeytana dost olmaktan koruyor, Allah’a dost kılıyor. Onu şeytana kul olmaktan kurtarıyor, Kendisine kul kılıyor. Onu amellerinin boşa çıkmasından koruyor, amellerini hesaba katıyor. Onu dalâletten koruyor, hidayete ulaştırıyor. Kısacası Allah kişinin bütün negatiflerini devre dışı tutuyor, onu koruyor. Ve onu müjdelerle destekliyor.
Gelmiş geçmiş bütün evliyalar bu dileğin sahibi olmuşlardır. Öyleyse kişinin Allah’ı dilemesi ile “Ya Rabbi ben Sana dost olmak istiyorum” demesi, birbiriyle örtüşmektedir. Çünkü Allah’ı dileyen kişi, dost oluyor. “Ben Senin dostun olmak istiyorum” demek O’nu aslında dilemek manasına geliyor. Kişi bu dileği kalbine koyduğu zaman Allahû Tealâ mutlaka icabet ediyor.
Bir kişinin kalbinde Allah’a ulaşma dileği varsa, Rabbimiz bu dileği gördüğü an Rahmân esmasıyla tecelli ediyor ve geri kalan bütün faktörleri Allah gerçekleştiriyor.
Bütün marifet dünya hayatında Allah’a ulaşmayı dileyerek Rum Suresinin 31. âyet-i kerimesinde belirtildiği gibi takva sahibi olmaktır.
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O’na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
Allah razı olsun.
Dr. Abdulcabbar BORAN
© 2020 Kent Havadis Gazetesi Tüm hakkı saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılması yasaktır. Web Hosted Sparfly Digital